Bir kız geçti geçen gün sokaktan
sen sandım
Istanbul’a ne zaman geliyorsun
Yakında babaanne, yakında
Pencerenin önünde oturur
kışın geçişini izleriz
Üst kattaki kadın da gelir
Kurabiye yer çay içeriz
Akşama fasulyeleri ayıklarız
Kılçıklarını ayıklar koyarız
o mavi plastik kaba
Yakında babaanne yakında
Koltuğunun karşısında
Penceremizin önünde oturuyorum şimdi
Çay içiyor sohbet ediyoruz
Dışarıda yaz
Kış geçti gitti
Evet duydum, üst kattaki kadını
üzüldüm,
Bak babaanne ben geldim
Oturup izliyoruz pencereden
Yaz geçiyorken
Senin boş koltuğun ve ben
Salondaki pencerenin önünde, karşılıklı iki berjerde oturmuş fasulye ayıklıyoruz, babaannem ve ben. Yağmur pencereye damlalar bırakıyor, tek tek süzülüp aşağıya kayıyor, inerken eriyip yok oluyorlar. Tık tık koparıyorum fasulyelerin başlarını. Doğru yönde, doğru tarafa çekersem kılçığı sıyrılıp geliyor. Babaannem, elinde ufak bir bıçak, hızla fasulyeleri temizleyip kucağındaki plastik kaba bırakıyor.
Dokuz yaşındaydım. Babam Nijerya’ya gitmiş, evimizi hazırlıyor, beş yıl sürecek Afrika yaşamımız başlıyor. Teğmen kalmaz İlkokulundan kurtulacağım, beni her gün döven Şahver Parıldak hayatımdan çıkacak, en iyi arkadaşım Goncagül’ü Ankara’da, kedimi Goncagül’e bırakıyorum. Sonraki yıllarda bir çok hayvan girecek hayatıma, bir çoğu bizimle yaşlanacak, bazılarını geride bırakacağız, bir çok arkadaşım olacak, yabancı ülkelerde büyüyen herkes gibi ayırlacağız, buluşma sözleri vererek... zamanla birbirimizden koparak. Hepsini içimdeki boşlukta yaşatacağım uzun yıllar.
Ablamla ben yaz tatiline girince Istanbul’a gönderiliyoruz. Anneannem’de kalmak istemiyorum. Anneannem sert bir kadın, evi sıkıcı. Kahvaltı sofraları, köftesi çok güzel. Kilitli bir odası var. Girmemizin yasak olduğu çok odası var o evin. Zorla yatılan öğlen uykuları var, adabı muaşeret kitabı var. Babaannem sıcacık, yumuşacık, mis kokuyor. Akşamları yer yatağında koynuna sokulup uyuyorum. Halamla eniştem işe gidince biz yemek hazırlayıp ev temizliyoruz.
“Aganigi Maganigi var mı?” Babaannem hayatımı hep merak ediyor, sorular soruyor. Gülüyorum. Engin’i anlatıyorum. İki sıra arkamda oturan, doğum günüme davet ettiğim tek erkek. Ama gidiyoruz, Engin’i de bırakıyorum. Annem Ankara’daki evi toparlıyor. Her taşınmamız bundan sonra böyle olacak, babam önden gidecek, annem ev toplayıp, bizleri alıp yanına gidecek.
Babaannem sokaktan geçen adamdan metal güğümlerin içinde süt alıyor. Sütü uzun uzun kaynatıyor. Sonra soğutuyor. Kakaolu muhallebiler yapıyor, kokusu buram buram eve yayılıyor. Yemekleri sevgi ile ilişkilendirdiğim ilk anılarım oluşmaya başlıyor. Muhallebiyi karıştırmama izin veriyor. Dibi tutusun diye arada karıştırmıyorum. Uçuk mavi, sarı, renkli minik kaplara döküyor koyu kahverengi muhallebiyi. Önce masada soğuyor biraz, sonra buzdolabında koyulaşıyor, üzerinde kalın bir kakao tabakası oluşuyor. Çok seviyorum o tabakayı. Ama en çok tencerenin dibini seviyorum. Babaannem kaplara bakıp “bu kadar yeter bunlara, n’apalım bunu da sen yersin artık,” diyerek biraz bırakıyor tencerede. Ablam anneannemde, dibi tutmuş tencerenin hepsi benim. Ilık ılık muhallebiyi sıyırıyorum önce. Sonra tencerenin dibindeki yanıkları kazıyorum. Yeter o kadar demiyor hiç babaannem. Yeterleri yok onun, sadece sevgiyle pişen yemekleri, pencere önü sohbetleri, özenle açılan mantıları, dibi kazılan tencereleri, koynunda, kokusunda akşam uykuları var.
Yıllar sonra, 24 yaşında ilk defa babaannemin yanında sigara içeceğim. “Banyo’ya gitmene gerek yok içerken,” diyecek. “Kötü kokuyor, burada iç.” Küllük getirecek ve ben çok zor içeceğim o sigarayı.
Büfedeki saatin tik tak sesi kaba düşen fasulyelerin sesine karışıyor. Yavaş yavaş mavi sisli bir grilik yayılıyor salona. Lambaları yakmıyoruz. Dışarısı henüz aydınlık. Mutfaktan radyonun sesi geliyor. Türk sanat müziği saati. Mutfağın ışığı koridora akıyor, çay kokusunu beraberinde, pencere kenarında oturduğumuz yere taşıyor.
“Yemeğe daha çok var, haydi biz bir çay içelim.” Elindeki kabı masaya bırakıp ayaklanıyor babaannem. Beli hafif bükük yürümeye başladığı yıllar. Mutfağa giderken arkasından bakıyorum.
Annem Ankara’da evi kapatıyor, babam Afrika’da ev açıyor, ablam anneannemde. Babaannemle geçireceğim koca bir üç ay, koca bir yaz var önümde. Hiç bir yere gitmek istemiyorum. Burada bu salonda bir ömür fasulye ayıklamak, babaannemle bu pencerenin önünde bir ömür geçirmek istiyorum. Hiç bir şeyin kalıcı olmadığını henüz bilmiyorum.
Kurgu kadınlarım hep bir pencerenin önünde oturur, bekler. Ellerine hep sıcak bir çay olur. Dışarıda yağmur yağar, gün sona eriyordur, hava yavaş yavaş kararıyordur. Bekleyen kadınlarım neyi bekler hiç bilmiyorum. Yakında babaanne, yakında.
Öyle güzel anlatıyorsun ki babaanneni, onu tanımadan seviyorum.