sayılı
Çocuksuz bir kadın olacağım ihtimali doğunca, hamile kalmam için her yolu denedik. Doktordu kocam. Denemedik şey bırakmadı sağ olsun. Ama olmadı. Bozuktum, tamir edilmeliydim. Doktorlar, iğneler, ilaçlar işe yaramayınca, aktarlardan alınan, evde ölçerek hazırlanan, boğazımdan geçerken midemi bulandıran karışımlarda bile aradık umudu. Hiçbiri fayda etmedi.
Bir kadının yumurtaları sayılı. Hazine. Kullanmadıkça yok oluyor, eksiliyor, çürüyor, zamanla bozuluyor. Bozuktum zaten, hızla eksildim. Ne yapsak ne denesek olmadı. Öyle bozuk kaldım, kurudum. Kader, kısmet...çok duydum bu lafları o günlerde. Gençtim o zamanlar, sustum ama inanmadım. Hayatta kader diye bir şey vardıysa da benimki kötü yazılmıştı.. Kader kısmet demek teslim olmaktı bir yerde ve çocuksuz, ailesiz bir yaşama asla teslim olmayacaktım. O yüzden her şeyi denedim.
Ama yıllar öğretiyor insana. Olmaz dediklerim oldu, kendi ellerimle inşa ettiğim yaşamın duvarları dağılmaya başladı. Açık unutulan bir pencereden giren hırsız gibi, geçmiş hayatıma sızdı. Evimi talan etti, rüzgâr odalarda sert esti, fırtınayı getirdi. Fırtına dindiğinde tüm perdeler inmiş, örtüler uçmuş, her şey çırılçıplak ortada duruyordu.
Hayatı kontrol edebileceğine inanıyorsun. Ben de inanmıştım. "Başına gelenler" diye başlayan beni başarısız kılan, insanların o alıştığım acımayla dolu bakışlarını üzerime çeken konuşmalarına savaş açtım. Acizliği yaşamamaya da yemin ettim. Ne kadar çabalasam, savaşsam, oldurmaya çalışsam da olmadı işte. Dağıldı her şey.
Çocuğumuz olmayınca, kocamla açılan aydınlığın içine gri bir sis sızdı. Yavaş yavaş her yeri sardı, ben sis oldum. İlk günlerde kendimi çırılçıplak sunduğum adamın yanında soyunamadım. Bir zamanlar yaralarımızda buluşan biz, karanlık odalarda, yaralara dokunmadan seviştik. En kolay şeyi yapamadım. Herkes birer ikişer çocuk doğururken bedenim kurak kaldı, rahmim çocuk tutmadı, yarası hiç kapanmadı.
Sevmedim hamile kadınları, o kadar kolay doğurmalarını, hamile kalmalarını. Her ay vurdurduğum iğneler, muayene odalarında yüzüne bakmadığım doktorların bacak aramda beliren endişeli bakışları, minik tüplerde üzerine adımın yazıldığı kanım, içime giren metallerin soğukluğu, sonra başka kadınların kokusu yatağımıza girdi, aramıza uzandı. Dokunamadık. Ne kadar yıkarsam yıkayayım, çarşafları ne kadar silkelersem silkeleyeyim yatağımıza giren sis her şeye sindi. Yıllar içinde hamile kalamamamın nedeni bulunamayınca, çözümler derdimizi çözmeyince de oraya yerleşti. Kabullendik. Öyle sandım. Öyle yazdım kendime, bize. Yine de aile oluruz sandım. Koridorlarda karşılaşınca birbirine yol veren insanlar olduk. Kocam yattıktan sonra yatar oldum. Evi temizledim. O eve daha geç gelir oldu, sesinin rengi değişti. Gözlerindeki şefkate acıma girdi. “Önemli değil” dedi. Önemsiz olduğuna inanmak istedim. İnandım. En önemsiz şey ben oldum.